26 Haziran 2014 Perşembe

Burhaniye’de zeytin zamanı ve güzel Asiye


Her Burhaniyeli bilir zeytin toplamanın ne kadar zor, buradan gelen gelirin ne kadar az olduğunu. Zeytin üreticisinin çilesi hiç bitmez. Açması, sürmesi, ilaçlaması bir sürü masraf; bir sene var, bir sene yok. Ama kaderidir körfezin zeytin, para etmese de toplanılacak, yağ yapılacak. Başka çare yok. Yaz aylarında dağlardan gelen buz gibi poyraz rüzgarını ne çok sever zeytin ağacı. Bu körfez benim dercesine salınır bir gelin gibi yüzyıllık ağaçlar. Zeytini zeytin yapan ve mutlu eden bu poyrazdır işte.

İlkokuldaydım sanırım, belki de ortaokul başları... Yine bir zeytin zamanı geliyor. Tayfalar ayarlanıyor, dağ köylerinden gelecek insanlara kalacak yerler organize ediliyor. Kayım ayında başlanacak toplanmaya zeytinler.

Bizim evin arkasında bir bahçe var. Bahçenin gerisinde de eskiden mutfak ve hamam olarak kullanılan bir yerev var. Bakımsız ve dökük bir yer. O yıl Balıkesir’in dağ köylerinden bir baba-kız geliyor zeytin toplamaya. İnce Memet(Mehmet demez Burhaniyeliler) ve kızı Asiye...

Asiye ve babası o yerevde kalacaklar. Asiye sarı benizli, ürkek bakışlı, çok güzel bir kız. Benim yaşlarımda. Çok üzülüyorum o dökük yerde kalacaklar diye ama başka çare yok. Tayfanın kaldığı diğer evde onlara yer yok. 

Onunla arkadaş olmaya, konuşmaya çalışıyorum ama çok çekingen. O zeytine gidecekse ben de gitmeliyim diyorum. Annem şiddetle itiraz ediyor, olmaz küçüksün diye. Babama söylüyorum, oyun gibi benim için. Babam haftasonu gel tayfa ile birlikte, hem görürsün bakalım hayat ne zor diyor. Aman canım neyi zor, al zeytini at sepete....

Çok soğuk bir kasım sabahı erkenden kalkılıyor. Öğle yemeğinde yenilecek kıvır-zıvır alınıyor. Annem beni lahana gibi kat kat giydiriyor. Haydi bakalım zeytin toplamaya!

Yağmur daha yeni yağmış, tarla çamur içinde. Erkekler sırıklarla önden ağaçları silkeliyorlar, tentelere dökülen zeytinleri çuvala koyuyorlar sonra. Bir çuvalcıbaşı başı var. Çuvallar doldukça ağızlarını dikip traktöre koyduruyor çuvalları.

Arkadan kadınlar... Önlerinde sepetleri, yere dökülmüş olan zeytinleri toplamaya başlıyorlar. Sürekli çömelmek lazım, günde 100 kg zeytin toplamak ise şart. Babam bana sen de dört sepet toplayacaksın diyor.
Soğuktan parmaklarım bir türlü zeytinler tutamıyor. Çoook üşüyorum. Annem de üzülüyor ama yapacak bir şey yok. Babam, "Asiye de senle yaşıt, bak nasıl topluyor." diyor. Nasıl dolacak bu dört sepet?
Öğlen olunca ateş yakılacak, biraz ısınıp yemek yiyeceğiz. Öğlen saati gelmiyor, sepet de dolmuyor, perişanım....

Sonunda ateş yakılıyor, çıkınlar açılıyor, tayfanın yemeği ekmek ve zeytin. Peynir çok lüks, yok, bazıları salça sürüyor ekmeğe. Biraz ısınıyorum. Öğleden sonra benim sepet daha hızlı dolmaya başlıyor çünkü toplayamadıkça üzüldüğümü gören Asiye, benim sepetime avuç avuç zeytin atıyor. Sonra da parmağı ile "sussss" işareti yapıyor. Canımsın Asiye!

O gün bitiyor, ben de bitiyorum. O kış Asiye ile çok iyi arkadaş oluyoruz. Beraber odun taşıyoruz haftasonları. Onlar köylerine dönerken zor ayrılıyoruz. Benim önlüklü halime bakıp hep özenirdi sanki o okuyamadığı için, ya da bana öyle gelirdi.

Geçen yıl annemi aramış Asiye. Kızı hemşire olmuş, Burhaniye Devlet Hastanesi'nde çalışıyormuş. Nasıl mutlu oldum anlatamam...

25 Haziran 2014 Çarşamba

Burhaniye Ortaokulu Günleri...


Burhaniye Ortaokulu'nda İngilizce ve Fransızca olarak iki dil öğretiliyor. Babam kurada Fransızca olmasın diye beni Dereköy Ortaokulu'na kaydettiriyor başta. İki hafta okula gitmiyorum. İki hafta sonra başlıyorum okula. Eski binadaki 1-B şubesindeyim.Yanılmıyorsam Tayfun Ulusoy, Suat, Fatma Turgut, Gönül Gündoğdu, Gürcan Ulusoy, Doğan Güreli, İsmail Telli, İlyas Avcı, Adalet Ocaktürk, Nazan Ersan, Mehmet Tokat, Mine Bardakçı sınıf arkadaşlarım benim. B şubesinde değiller ama Feyzan ve Ferah ayrıca Öğretmenevleri'nden de arkadaşlarım. Ferah hep bakımlı, hep süslü. Bayılıyorum takılarına.

Gönül’ün iki tane örgü yaptığı uzun saçlarını hatırlıyorum. Fatma ise hep kabarık, gür saçları ile kalmış aklımda. Bir de onların evde maymunu var, anlatıyor, çok merak ediyorum. 
Burhaniye’nin dört ilkokulu dışında köylerdeki ilkokullardan gelen arkadaşlarımız da var. Çok kalabalığız artık.

İlk ders günü: Türkçe hocası "iyi bir öğrenci nasıl olmalıdır" diye bir kompozisyon yazmamızı istiyor. Galiba "iyi" bir kompozisyon yazıyorum ki bana bunu annen mi, baban mı yazdı evde diyor. Ben yazdım desem de inandıramıyorum.

Fen dersi: F1*OA=F2*OB hiç unutmadığım bir formül. Bu konuyu pek iyi anlamış olmalıyım ki bir de Fatma Turgut’a anlatmışım o zamanlar, Mayıs toplantımızda söyledi.

İlk İngilizce dersi: Çok heyecanlı, ilk kez İngilizce öğreneceğim. Nasıl birşey acaba? Eve gidince kardeşim, kuzenlerim etrafımı sarıyor. Eee söyle bakalım bizim adımız İngilizce nasıl söyleniyor diye. Aynı şekilde söyleniyormuş diyorum, inanmıyorlar, sen öğrenememişsin diyorlar.

Yanlış hatırlamıyorsam Ayvalık’tan gelen genç bir Matematik hocası var. Mine’ye pek ilgi gösteriyor, Mine sınavdan kötü not alınca ağlıyor diye onunla ilgileniyor falan. Tüm kızlar gıcığız bu Matematik hocasına. Hatta bir sınavı bu nedenle iptal ediyor.

Bilgi Yarışması: Bir bilgi yarışması yapılıyor, yanılmıyorsan Park Düğün Salonu'nda. Bizim sınıftan İlyas ve ben vardım (2 kişi daha var ama onları hatırlayamıyorum) diye hatırlıyorum. O zamanlar "devalüasyon" kelimesini herkes biliyor. Ama yarışmada paranın değer kazanmasına ne denir diye soruyorlar, ben babamdan evde daha önceden duyduğum için ‘revalüasyon’ yazdırıyorum İlyas’ın develüasyon yazalım itirazlarına rağmen. Ve yarışmayı B şubesi kazanıyor.

Ortaokulda yakartop oynamaya alışıyorum, bahçe kapısından girişte sağdaki toprak alanda yakartop oynuyoruz. Benim yazlık arkadaşlarım da var artık. Öğle yemeğine eve gitmeyip yakartop oynamayı çok seviyorum. Ferah’ı ise Değer teyze (rahmetli) tam ders başlayacağı saatte gönderiyor evden, Değer teyze yapma bunu bize! Öğle tatillerinde erkek çocukları maç yapıyorlar arkadaki toprak alanda. 

Sınıf kolları: 1-B'de iken Onur kolu ve Yeşilay kolu olduğumu hatırlıyorum. Doğru bir seçim olmuş, hiç sigara içmedim, alkolle de aram iyi olmadı hayatım boyunca.

Bizim ortaokul yıllarımız 1980 öncesi ve kaotik bir dönem. Sağ-sol kavgaları biz kasaba çocuklarını çok etkilemiyor ama Ümit Abla Balıkesir Eğitim Fakültesi'nden geri dönüyor olaylar nedeniyle. Üniversiteler kaynıyor.

Sana yağ kuyrukları, benzin kuyrukları... Zeytinyağı tüketen ve yağ sıkıntısı çekmeyen bir Burhaniyeli olarak Sana yağı kuyruğuna anlam veremiyorum. Neden zeytinyağı yemiyor bu insanlar diye düşünüyorum saf saf.
Artık büyüyoruz, siyasi görüşler-ideolojiler de var şekillenmeye başlayan. Feyzan, Edip Akbayram ve Zülfü Livaneli dinliyor, ayrıca çok da güzel söylüyor bu şarkıları. Bir toplantıda söyletmek lazım. Fatma önlük altında bir şeyler saklıyor. Bazı arkadaşlarım Türkeşci, kimisi Demokrat Partili, kimisi solcu. Ben tüm arkadaşlarımı seviyorum. Çeşitlilik kadar güzel bir şey yok!


Ve İlkokul Başlıyor!


Erdinç, Enis, Şahabettin, Necmiye(Sezgin), Sumru, Cihan, Ayla, Cüneyt, Alper, Erhun hatırlayabildiğim ilk arkadaşlarım. Bizler Bahriye Hoca'nın sınıfındayız, bir de Gönül Hoca'nın okuttuğu şube var.

Erdinç çok hızlı koşuyor, zil çaldığında bahçede ilk yerini alanlardan. Cihan bizden 1 yaş küçük olduğu için en ufak tefek o içimizde. 

Kızlar kafasına nedense beyaz bir kurdela takmak zorunda. Bazılarımızın kafasında kendinden büyük kurdelalar var. Benim kurdela da benden büyük. Kolalanıyor falan bu kurdelalar...

Fall in love: Necmiye(Sezgin) var hayatımda artık, çok seviyorum. İlk gerçek arkadaş, lise sona kadar hiç ayrılmıyoruz. Sonrasında çok az da görebilsem varlığı bana güç vermeye devam ediyor hep.

Bahriye Hoca çok sert, disiplinli bir hoca. Ödümüz kopuyor. İlk günler: Kese torbalarda fasulyelerimiz, nohutlarımız oluyor, onları diziyoruz.. 

Sonra fişlerimiz var, kesip-birleştiriyoruz falan. "Ali topu at". Okumaya başlayanlara kırmızı kurdela takılıyor. Gurur verici bir durum. 

O zamanlar, öğretmenler geçerken yolun kenarına geçip selam verme zorunluluğu var, nefret ediyorum oyunu bırakıp hocalara selam vermekten. 5 taş, 30 taş, 9-8 lastik oyunu, kafalı sek sek, normal sek-sek biz kızların oyunları. O zamanlar Burhaniye’de sek-sek çizilmiş olmayan kaldırım, cebinde 5 taşı olmayan çocuk yok neredeyse.


İlk hayat bilgisi dersi: 2. sınıftayım sanırım, sınıf başkanı oluyorum. Öğretmen, "derse geç kalacağım, konuşanları tahtaya yaz." diyor. Yaramazca bir grup oğlanın isimlerini yazıyorum tahtaya. Bahriye Hoca gelince dövüyor bunları. Teneffüste de oğlanlar beni dövüyor, senin yüzünden dayak yedik diye. Bayağı da hırpalıyorlar beni.

O zamanlar leblebi tozu, gazoz en ‘in’ yiyecekler. Karşıdaki bakkaldan leblebi tozu alıyoruz. Leblebi tozlarını birbirimize püskürtmeye bayılıyoruz. Sürekli sümüklerimiz akıyor, mendil konsepti falan yok. Belki de ben kullanmıyorum. Sümüklerimizi önlüğün koluna siliyoruz. Önlüklerin kolları pırıl, pırıl. Aaaaa ben silmemiştim demeyin şimdi, hepinizin silmişliği vardır.

Okul çıkışı çantaları ileriye doğru ata ata eve gitmek moda. Kim çantasını daha ileriye atabilecek bakalım!

Okulun yanındaki Sundurma Sokağı ile ilgili rivayetler var. Orada ak sakallı bir dede yaşıyormuş, çocukları topluyormuş falan diye (Korkak toplumlar böyle yaratılıyor işte, sosyologlar üzerinde çalışabilir). Mahallede "dede" gördüğünü iddia eden bir sürü insan var. Bize vız geliyor ama Sundurma Sokağı'ndan da vızzzz diye geçiyoruz. Geçmem lazım çünkü Ayla’lara gidiyorum oradan.

Okulun karşısında bir tulumba var, oğlanların o tulumbadan aldıkları sularla yaptıkları su savaşları bile bitiremedi Burhaniyemin yeraltı sularını.

Canım Sumru, ne hanım kız... Çok güzel bir bahçeleri var, onlara ders çalışmaya gidiyorum. Kanser olduğunda Amerika’dan dönmüş ve Ankara’da hastanede yatmış bir süre. Keşke onu gidip ziyaret etseydim. Büyük pişmanlık duyuyorum şimdi bunu yapmadığım için. Nurlar içinde yatsın.

4. sınıfta Bahriye Hoca emekli oluyor, Fetullah Hoca geliyor yerine. Allah'ım bu ne ‘large’ bir hoca! Kafamızdaki hoca konseptine hiç uygun değil, abandone oluyoruz.

5. sınıfa geldik. Anadolu Lisesi ve Fen Lisesi sınavlarına girilecek. Necmiye ile Balıkesir'e götürüyor bizi Necmiye’nin babası. Onların bir tanıdığında kalıyoruz. Anadolu Lisesi sınavlarının ilk basamağını kazananıyorum. Okul merdivenlerine çıkıyorum ve Fetullah hoca beni tebrik ediyor; hiç ders almadan kazandın aferin diye. Gururluyum. Ama o yazı 2. sınava çalışmak için zehir ediyor babam. Öğretmenevleri'nin tadını çıkaramıyorum. Bursa Anadolu Lisesi 1 puanla kaçıyor, şimdi Burhaniye Ortaokulu zamanı...



Burhaniye'de Çocuk Olmak;



Yorgancılar Sokak’ta, Rum ustalar tarafından yapılan (şimdiki Otantik Gözleme Evi) oturuyoruz. Mahalle arkadaşlarım Sarı Ahmet , Kemal, Ferit falan... Hepsi erkek; kızlarla oynamayı sevmiyorum ama oğlanlar da beni istemiyor. Her akşam üzeri bir yerden su geliyor, kaldırıma oturup ayaklarımızı sallayıp eğleniyoruz. Yazlık konsepti falan yok henüz. Oğlanlar tahtaya çiviler çakıp gemi yaparak yüzdürüyorlar o suda. 

Bana “kendi gemini yapabilirsen seni bizim çeteye alırız.” diyorlar. Bayağı bir uğraşıdan sonra çivileri tahtaya çakıp, aralarını iplerle süsleyip ilk gemiciğimi yapıyorum. Yaşasın, çetedeyim artık! 
İlk icraat: Evlerin kapılarını işaretleyeceğiz önceden, sonra o kapıları çalacağız. Biz saklanacağız ama sen çıkıp nanik yapacaksın ev sahibine diyorlar, tamam diyorum. Ondan sonra asil üye olacağım. Ve tabi ki yapıyorum. Saniye Teyze’nin kapısını çalıyorum. Çete takipte, kadıncağıza nanik yapıyorum, rezalet!!

Artık çetenin üyesi oldum, tüm küfürleri biliyorum; Allah’tan manalarını bilmiyorum. 
Eve gelen, nasılsın diyen herkese küfür ediyorum. Annem delirmek üzere. En son Baise teyze eve geldiğinde küfrediyorum.  Akşam durum babama anlatılıyor, çok sağlam bir dayak yiyorum. Farketmez çete beni seviyor, devam küfüre.

Babam akşam ezanı olduğunda evde olacaksın diyor, ezan başlar başlamaz eve doğru koşmaya başlıyorum ve son anda yetişiyorum. 100 metrede Burhaniye rekorlarım vardır, bazen de ikindi ezanını akşam zannedip boşu boşuna eve kadar koşabildiğim oluyor...